Enerjinizi Tüketen 4 Alışkanlık
Enerji denildiğinde, aklınıza ne geliyor? Kelime olarak, benim zihnimde enerji sözcüğü, çoğunlukla olumlu ve pozitif hislerle ilintili bir anlam ifade ediyor.
Geçtiğimiz günlerde, genç bir kadın arkadaşımla, enerji üzerine konuştuk. Pozitif-negatif enerji ve son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz eril-dişil enerji kavramları üzerine bildiklerimizi birbirimizle paylaştık. Yeni yazımın konusunu da, farkında olmadan belirlemiş oldum. Çünkü ne zamandır, aklımda olan bir konuydu.
Ben bugün, eril-dişil enerji kavramlarından çok pozitif enerjinin önünde neler engel oluşturur, buna değinmek istiyorum.
Yazımda değineceğim hususlar, dişil enerjiyi azaltan faktörler aslında bir bakıma. Zamanla öğrenilmiş, yerleşmiş fakat değiştirilmesi mümkün olan düşünce kalıpları. Yeter ki, gereken farkındalığa erişilmiş olsun.
Bugün kaleme aldığım bu yazıda, bana ilham olan ve farklı bakış açıları sunan arkadaşıma teşekkür ederek, aşağıda günlük hayatta enerjimizi tüketen, negatif enerjinin adeta bir sigara dumanı gibi yayılmasına neden olan alışkanlıkları sıralıyorum:
1- Kişisel Algılamak
Her şeyi kişisel algılamak, yaşam enerjinizi tüketen durumlardan biridir. Bu durum çoğunlukla; reddedilme, kaybetme, onay ve kabul görmeme korkusundan ileri gelir. İnsanların sizinle ilgili sözleri, onlarla ilintilidir. Sizin gerçeklerinizi, doğru bir şekilde yansıtmaz.
Kendinizi iyi hissetmek için ihtiyacınız olan motivasyonu, içsel olarak sağlamalısınız. Duygusal anlamda, başkalarına bağımlı olmamak için ne tamamen övgüden beslenin ne de en ufak eleştiride mutsuzluğa kapılın. Diğer insanların sizinle ilgili düşüncelerinden çok içinizdeki sese kulak kesilin.
2- Kontrolcülük
Hayatınızda kontrol edebileceğiniz tek kişi; kendinizsiniz. Yalnızca kendi duygu ve düşüncelerinizi kontrol edebilirsiniz. Aynı şekilde, sadece kendinizi değiştirebilirsiniz.
Başkalarını değiştirmek için çaba harcamak, hem enerjinizden hem de zamanınızdan götürür. İnsanları değiştirmeye çalışmamalı, onları oldukları gibi kabul etmelisiniz.
3- Yargılamak
”İnsanları yargılamaktan değil, anlamaya çalışmaktan zevk alıyorum.” der Stefan Zweig.
ve ”Suçlamak, anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan, değişmen gerekir.” der Peyami Safa.
Bu iki söz, benim hayat görüşümü yansıtıyor. Bizler kusurlu varlıklarız. Hepimizin hataları, muhakkak olmuştur. Dolayısıyla insanları yargılamak; onları yaşam tarzları, giyim tarzları, inançları vb. üzerinden değerlendirmek, ötekileştirmek ya da dışlamak, doğru değil.
İnsanlarla iyi ve sağlıklı bir iletişim kurmak; onları dinlemekten ve anlamaktan geçer. Korkuyu ve baskıyı değil, sevgi dilini yaymalıyız. Bu, enerjinizi yükseltecek ve sosyal ilişkilerinizi de kuvvetlendirecektir.
Başınıza gelmediği müddetçe, herhangi bir olay hakkında konuşmak çok kolaydır. Fakat başkasında ayıpladığınız bir olayı kendiniz yaşadığınızda, ancak o zaman ayıpladığınız kişinin, içinde bulunduğu durumu anlamaya başlarsınız.
Bu konuda; “Kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.” sözünü eklemek de yerinde olacaktır.
4- Dedikodu ve Şikayet
”İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır.” der Jim Rohn.
İnsan sosyal bir varlık ve zamanla, çevresindeki insanlara benzeme eğilimi taşır. Çocukken büyüklerimizin sözlerini, davranışlarını aynaladığımız gibi yetişkin olduğumuzda da, insanlardan etkilenmemiz ve zamanla çevremizdeki insanlara benzememiz olasıdır.
Dedikodu yapmak ve sürekli bir şeylerden şikayet etmek, hem enerjiyi düşürür hem de insanlar arasındaki sevgiyi, dostluğu, bağlılığı zedeler.
İnsan neye odaklanırsa, onu büyütür. Yapıcı bir iletişim kurmak, sorunlardan çok çözüme odaklanmak, empati kurmak, hem insanları size yakınlaştırır hem de pozitif enerji akışına yardımcı olur.
Yazımı bitirirken, şunları belirtmek istiyorum ki, hepimiz birbirimize muhtacız ve evrende birbirimize görünmez bağlarla bağlıyız. Birbirimizi anlar, birbirimize yardımcı olur, iyiliği ve merhameti çoğaltırsak, yaşam daha da kolaylaşacaktır.
Benzer türdeki yazılarım için aşağıdaki bağlantılara tıklayabilirsiniz.
Yaratıcılığınızı Nasıl Artırırsınız?
Facebook Yorumları